Pazartesi, Temmuz 13

bir kadeh kaldırıyorum ruhumdan



Doğumuna çok az kaldı ve bu hissettiğim nadir şeylerden birisi. 
Tıpkı bir rüya. İçindeyken yüzyıl gibi geliyor, aslında sadece saniyeler geçmiş. Tanrının saniyeleri acı veriyor, üstesinden gelemiyorum.
Biri kendi zamanında iki dakika daha yaşamamı istiyor diye burada yirmi yıla tahammül etmek çok zor. Kontrol edemediğimiz bir rüyayı görmeye mecbur bırakılmışız ve bu sefer o düşme hissiyle yere çakılmanın eşiğinde uyanmak yok. Kabus içinde kabustan başka bir şey değil hayat. Katman katman rüya ve her katman beynimde kanayan bir kıvrım.
Beynim rüyalar yüzünden kan içinde yüzüyor; gözlerimi kapatıyorum, tatlı düşler ülkesinde birileri bıkmadan derimi yüzüyor, çığlık atıp uyanıyorum hayata ve gördüklerim beni daha çok üzüyor. Yerimde saymayı bıraktım ve artık geriye gidiyorum. Doğumuma çok az kaldı, her hücremde hissediyorum. Bir dilek hakkım olsa annemin karnını yarıp içine girmek ve artık var olmayan o bağla bağlanmak isterdim en baştan hayata. Geriye gidiyorum ve doğumuma çok az kaldı, bugünlerde bundan başka bir şey hissetmem zor. Doğumuma çok az kaldı, her gün bunu kutluyorum. Geriye giden her güne bir kadeh kaldırıyorum ruhumdan. Geçen her dakika beni o kutsal sahneye bağlıyor, sigara tutmayı beceremediğim parmaklarımla bir bir sayıyorum. İnsanlar bunu benimle kutlasın istiyorum, doğumum şerefine parti versinler. On yedi yıl önce etrafımda mutlu insanlar varken yalnızca ben ağlıyordum, şimdi neden hep beraber gülmeyelim? Herkes gülecek bu sefer. Bu sefer herkes gerçek bir kutlama görecek. Kocaman bir parti; gürültüsüz ama heyecanlı, suskunluk hakim ama huzurlu, birkaç göz nemli ki o anın büyüsünden etkilenmiş olacak. Sürpriz partim herkesi şaşkına çevirecek. Doğumuma çok az kaldı, bunun verdiği heyecana paha biçmek imkansız. İlk defa doğduğum günü böylesine seviyorum, lanet etmeden gülümseyebiliyorum. O günden nefret etmek beni çok yormuştu, şimdi ben o güne aşık olmayı seçtim. Pastamın mumlarını o gün dudaklarımla söndüreceğim ve ruhum kül olacak. Doğumuma az kaldı, bu sefer en büyük hediyeyi ben kendime veriyorum; bunu hak edeli uzun zaman olmuştu.

Cumartesi, Temmuz 11

anlaşamadığınız o anları özlerseniz



neden ağladığımı sordu kızarmış gözlerimi görünce, 
ona söylemedim ama onu kaybetmekten çok korkuyorum sanırım. 
bir gün ona bir daha sarılamayacak olduğum geliyor aklıma. 
bence insanın ölüm tarihini bilmemesi gibi olmalıydı bu düşünce. 
hiçbirimiz bir gün annemizin öleceğini bilmemeliydik. 
bu şekilde yaratılmalıydık. 
bence bunu bilmek ölüm tarihimizi bilmekten daha kötü.

belki acınası


Şarkı sözlerini fazla ciddiye alan, uyumadan önce kanalizasyon hendeklerinde çürüyen çiçekleri düşünen ancak sigarasını saksılarda söndüren, bu dünya için fazla kayıtsız bir kızım. Kocaman bir barda eğlenen kalabalık gibi etrafımda insanlar; bense onlardan bağımsız, dışarıda bir sokak lambasına ısrarla çarpıp duran bir sinek bozuntusuyum, oraya mahkum. Vazgeçemeyeceği hiçbir hayali olmayan, zaten bir hayalinin peşinden koşacak ne gücü ne isteği olan bir sinek. Hayatı sokak lambalarından ibaret, belki acınası ama kesinlikle el uzatılmaması gereken zararlı bir mahluk. Bana uzanan her elin en kan dolu noktasını gözüme kestirip emmek, zehrimi ona bulaştırmak için fırsat kollarım. Ve biri çakmakla kanatlarımı yakana kadar etraftakilerin sinirini bozmaktan başka bir işe yaramayan anlamsız vızıltılarıma devam etmek zorundayım. En azından bunu yapmalıyım; bundan vazgeçtiğim gün o sokak lambasından, şarkı sözlerinden, çürüyen çiçeklerden, önsözlerini atlayarak geçtiğim o çok ünlü olmayan kitaplarımdan vazgeçtiğim gün olacak; o gün yanan bir sigaraya kendi kanatlarımla konacağım ve o güne kadar da yakaladığım bütün sinekleri kanatlarından asacağım.