Cuma, Kasım 6



Çekiştirdiğim küçük bir bavul var arkamda. Kalabalığın arasından sıyrılıp küçük ve yavaş adımlarla geliyor, tam karşımda duruyor. Çiçekli bluzu ıslanmış ve üzerine yapışmış; dalgalı uzun saçları karmaşık, uçlarından sular damlıyor. Aynı damlalarla ıslanmışız. Silüetini bulanıklaştıran yaşları gözlerimi kırpıştırarak yanaklarıma indiriyorum. Aramızda yaklaşık bir metre var. Ona iki adım atsam yok olacak, ona sarılsam kıyamet kopacak gibi hissediyorum. Tereddütlü bir adım atıyor. "Çok kalamam" diyorum, "belki birkaç gün..." Ellerimi uzatıyorum, bana doğru yürürken o da ellerini uzatıyor. Önce parmak uçlarımız değiyor birbirine, sonra parmaklarımız iç içe geçiyor. Dakikalarca göz göze kalıyoruz. Ellerini gezdirdiği boyası akmış saçlarımı omuzlarımın arkasına atıyor, yanaklarımdan süzülen yaşlara yanağını dayıyor. Sonra gözlerini gözlerime dikiyor, bir şey söyleyecek gibi aralanıyor dudakları ama hemen sonra vazgeçiyor. Ne söyleyeceğini gözlerinden okuyorum, sessizliği bozmaya cesaret ediyorum; "Evet..." diyorum, "ben de seni çok özledim." Dudaklarını dudaklarıma bastırıyor.



Birkaç tozlu tablo, yüzyıllardır dokunulmamış gibi duran dağınık masa ve ikinci el bir koltuk takımından ibaret olan odadayız. Bacaklarını bacaklarımın üzerinden çekip "Bira?" diyor narin sesiyle, başımı sallıyorum. Ardından mutfağa giden minik ayakları izliyorum. Birkaç dakika sonra elinde iki kutu birayla geliyor, oturmadan önce dudaklarıma belli belirsiz bir öpücük kondurup birayı elime tutuşturuyor. "Ne yalan uyduruyorsun onlara?" diye soruyor, sesinde en ufak bir öfke kırıntısı yok. "O elleri tutarken, o dudaklar seni öperken kalbinin atmadığını söyleyemiyorsun değil mi onlara? Ruhunu bu eve tıktığını anlattın mı kimseye?" Bakışlarımı kaçırıyorum. "Hayır susma, anlat bana." diyor, "Anlat, neden bakmıyorsun aynalara? Beni görmekten mi korkuyorsun orda? Neden boyuyorsun saçlarını?" En seksi bakışını atıyor; "Yoksa beğenmiyor musun beni? Sahi, beni neden istemiyorsun? Tüm kırgınlıklarını gömdüğün bu ev, bak yıkılmak üzere. Bence artık vakti geldi. Hazır mısın buna? Bensiz mutlu değilsin, bensiz mutlu olmazsın, biliyorsun. Al beni yanına." Üstünden geçen kelimelere dayanamayan rimelim, gözyaşlarımla beraber kirpiklerime tutunmaktan vazgeçiyor. "Korkuyorum." diyorum, güçlükle yutkunup devam ediyorum; "Korkuyorum. Seninleyken çok güçsüzüm ben; çok kırılgan, çok çekilmezim." Derin bir nefes alıyorum; "Yani istemiyorum seni. Böyle konuşmayı kessen iyi edersin. Seninleyken evet, tamamlanmış hissediyorum. Ama yapamam, seninle yaşayamam. Çok yıprandım, yük olma bana. Beraber olursak ölürüz, zaten zor sardım yaralarını." Gözlerim kolundaki izlere kayıyor. Huzursuz bir kıpırtıyla kollarını göğsünde kavuşturuyor, izleri kapatmaya çalışıyor. "Sensiz uyanmaktan bıktım, anlamıyor musun? İnsan ruhunu nasıl terk eder, nasıl böyle yaşar? Ruhsuz bir bedenle insanları kandırmaya, bana da bunları yaşatmaya hakkın yok!" diye bağırıyor, gözyaşları çenesinden tişörtüne damlıyor. Biramı masaya bırakıp kucağına oturuyorum, bacaklarımı beline doluyorum. "Üzgünüm bebeğim." diyorum. Başını boynuma koyduğunda "Affet beni." diye mırıldandığını duyuyorum.



"Ben duştayken gideceksin." diyor. "Gittiğini görmek istemiyorum. Vedalaşmak da istemiyorum." Çıplak ayaklarıyla küvetin yanına gidiyor, musluğu sonuna kadar açıyor. Tekrar banyo kapısına geldiğinde, suyun sesini bastırmak için az öncekinden daha yüksek bir sesle "Söylediğim gibi yap, tamam mı?" diyor. Kafamı sallıyorum. Tişörtünü çıkarıp aynaya bakıyor, parmakları sütyen askısını kavrayıp bırakıyor. "Bu sondu." diyor; "Sonumuz bu!" Arkasını dönüyor, ağladığını biliyorum. Güzel sırtını birkaç saniye izleyip önce boynundan sonra omzundan öpüyorum. Dönüp bavulumun sapından çekiyorum, o da son bir kez yüzünü görmeme izin vermeden banyo kapısını kapatıyor. Ardından çevrilen kilidin sesini duyuyorum. Bir iki adım atıp küvetin yanına geliyorum. Sahipsiz kalan bavulun yere düşüşünü duyuyorum, ses duvarları çatlatıyor. Çoktan taşmış olan küvetin içine bırakıyorum bedenimi. Zihnime sızan bir şeylerin ters gittiği düşüncesi saliseler içinde bir el tarafından kenara itilip yok ediliyor. Beynimi, o tuhaf ve alışılmamış huzurun ele geçirmesine karşı koyamıyorum. Önce sırtımın sonra boynumun küvetin dibine değmesine, suyun beni tamamen içine almasına izin veriyorum. Soluk borumda çırpınan nefesim iki üç baloncukla suyun yüzeyine çıkıyor. Sular içindeki karmaşık dalgalı saçlar, ciğerlerimin hava açlığını bastırıyor. Ardından suyun içinde o gözleri görüyorum, yıllardır kaçmaya çalıştığım aynalardan bana bakan gözleri. Tam karşımda duruyor.  Çiçekli bluzu ıslanmış ve üzerine yapışmış.
"Çok kalamam" diyor, "belki birkaç gün..."

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder